Genel

Alamut : Fedailerin Kalesi (Vladimir Bartol)

Edebi bir tanımlama, edebi şekilde değerlendirme, mükemmel tasvirler gibi cümleler kuramam fakat kitaptan anladıklarımı yazabilecek seviyedeyim. Doğru düzgün, roman/hikaye gibi edebi metinler okumayan birinin kitap yorumlamasını yazmak istiyorum. 

–Ağır spoiler içerir–

Alamut’un hikayesi benim için farklı bir anlam içeriyor. Lise 1 tarih öğretmenim (Zafer Pala), öyle güzel tarih anlatırdı ki, muhtemelen lise hayatımda tarih derslerine girmeye devam etse, şu an farklı koşullarda, çok farklı yerlerde/zamanlarda olabilirdim. Tam 16 sene önce Hasan Sabbah’ın hikayesini basit bir şekilde anlatmasına nazaran hala aklımdadır. Keza konumuz olmasa da anlattığı mitolojik hikayelerde öyle. 
Aslında nedendir bilinmez, seneler önce Ömer Hayyam’a merak sarmış, rubailer kitabını satın almış, Amin Maalouf’un Semerkant kitabını okumuş, yetinmemiş ilk web sitesini, kıçı kırık html kod bilgisi ile Hayyam Rubaileri içeriği yayınlamıştım. Semerkant’tan aklımda kalan pek bir şey yok açıkçası. Nizam-ı Mülk, Hayyam ve Sabbah’ın iyi arkadaş oldukları aklımda sadece. Fakat Semerkant’ın baş rolünü Hayyam oynarken Alamut’ta ise baş rol Hasan Sabbah’a geçmekte. 
Romanların büyük bir kısmında sanırım, ilk 50 sayfa geyiği var. İlk 50 sayfayı atlatırsan, bir karaktere bürünüp romanın akıcı bir biçimde biteceğini belirtirler. Nitekim bu tarz metinler okumayan biri olarak Alamut kitabında bunu tam olarak yaşadım.
Kitap günümüz deyimi ile tam bir kezban karakter Halime’nin kaleye getirilmesi ile başlıyor. Sonradan İbni Tahir yetişip, romanı kurtarıyor. 

Hasan Sabbah’ı hiç duymadıysak bile Erdoğan ve Gülen Cemaati sayesinde en azından haşhaşileri duymuş olmuştuk. Aslında Sabbah’ın tarikatı İsmaililer şeklinde geçiyor ve Şiilerin ilginç bir kolu. Ali’nin torunlarından olan Muhammed Bin İsmail Eş-Şakiri’yi yedinci imam olarak kabul ediyorlar. Etmesine ediyorlar fakat Hasan Sabbah gibi İsmaililerin önde gelenlerinin “hiç bir şey yok, her şey mübah” inancı var. Doğal olarak da aslında Sabbah aslında bir deist. Deist diyorum çünkü, bir yaratıcının varlığına inanıyor. Fakat bu yaratıcı bildiğimiz tanrı modelinde değilde, evren, doğa gibi bir şey. Bu sebeple de Sabbah zekasını kullanıp, güç elde etme çabasında.
Alamut kalesi Hazar Denizi’nin güneyinde bulunan bir kale. Hasan burayı aslında parayla satın alıyor, ama kale komutanı ile anlaşıp, hem çevreye, hemde Selçuk’lu ya burayı istila ettiği şeklinde gösteriyor. Türklerden ve dolayısı ile Selçuklulardan nefret ediyor. Bunda Sultan Melikşah’ın onu saraydan kovması da yer ediniyor. 
Nizam-ı Mülk ve Ömer Hayyam ile Gazzeli’nin öğrencileri. Aslında Nizam ve Hayyam da İsmaili öğretisinden gidiyor ve öğrencilik zamanlarında birbirlerine İsmaili öğretisine inanmak ve yaymak için yemin ediyorlar. Nizam bu yeminin göstergesi olarak Sabbah’ı saray ile tanıştırıp, saraya sokuyor. Fakat kendisine rekabet ettiğini görünce, küçük bir ali cengiz oyunu ile onun saraydan kovdurulmasını sağlıyor. Böylece Sabbah  ile Nizam arasında belirgin bir kin ve rekabet başlıyor. 
Sabbah saraydan kovulunca Kahire’ye, Kahire halifesinin yanına yerleşiyor. Oradan kovulmak zorunda kalınca, Halife onu gemi ile Afrika’ya sürüyor. Gemi yolculuğu sırasında fırtına çıkıyor ve gemi kaptanı ne yapacağı konusunda kararsız kalıyor. Sabbah gemi kaptanına büyük miktarda altın verip, onu Suriye dolaylarında bırakmasını isteyip anlaşıyor. Gemi de yer alan diğer yolcular, fırtınadan korkuyor ve aralarında “Afrika’ya gidene kadar öleceğiz” nidaları baş gösteriyor. Hasan gemi kaptanı ile anlaştığı için, rahat bir şekilde köşede takılıp, bunlara bu gemi Suriye’de kalacak ileri gidemeyecek türü şeyler söylüyor. Gemi Suriye’ye vardığında ise, diğer yolcular Hasan’ın ermiş olduğuna inanıyorlar. Böylece Hasan, onlardan daha fazla bilgiye haiz olduğu için hayretle baktıklarını görüp ilk kararını veriyor. 
Hasan bir gün Nişabur’a Hayyam’ı görmeye gidiyor. Hayyam şarap içip kadınlarla sevişmek ile meşgul. Bizim tabirimiz ile Hayyam’ın “dünya sikinde, minare götünde”. Hayyam ile felsefi ve din tartışmalarına giriyor. Hayyam buna Muhammed’in cennet vaat ettiği için islam dininin bu kadar tuttuğunu, bundan sonrada herhangi bir dinin tutma olasılığının olmadığını söylüyor. Alaycı biçimde, ancak Muhammed’in cennet tasvirini, birisi yer yüzünde gösterirse bir ihtimalinin olacağını söylüyor. Hasan bu sohbetten sonrada ikinci kararını verip, Alamut kalesini ele geçiriyor. 
Alamut kalesinde daha önce Deylem Krallığının kullandığı büyük bahçeler olduğunu biliyor ve aklında planı uygulama başlıyor. Bahçeleri meyve ağaçları ile süslüyor ve içlerindeki köşklere, kızlar yerleştiriyor. Zaten bahçeler arasında Şahrud nehri akıyor. Günü geldiğinde de bahçelere daha önce tekniğini öğrendiği fenerler koyuyor. Bu fenerler sayesinde, bahçeden bakıldığında, Alamut duvarlarını görmek zor oluyor, görünse de tam olarak anlaşılamıyor. Ayrıca köşklerde bulunan kızlar, kuran, din, dans, şiir, aşk, arf çalma gibi dersler alıyor ve tabi ki kızların hepsi güzel. Yine günü geldiğinde, kızları 7 adet olacak şekilde köşklere koyuyor. Ayrıca kızların öğretmenleri erkek olsa dahi hepsi hadım edilmiş biçimde. Kızlara aşk derslerini veren Apama isminde, eskiden güzelliği ve aşkları nam salmış bir kadın bulunuyor. Bu kadında günümüzdeki erotik shopta kullanılan malzemelerin yapımını (geciktirici, daraltıcı vs.) biliyor. Doğal olarak birisi cennet bahçelerini ziyaret edince, kızlara kendi hazırladığı bir losyonu sürüp, kızları bakire olarak gösterebiliyor. 
Hasan’ın fedaileri de aynı şekilde, kuran, din, dil, şiir, savaş, dayanıklılık gibi dersler alıyor. Hasan’ı “cennetin anahtarını elinde bulunduran peygamber” olarak görüyorlar. Fedailer aynı zamanda bakir erkeklerden seçiliyor. 
Hasan kendi kafasında “hazırım” dediği anda, fedailerden en belirgin özelliği olan 3 kişiyi “avni, yusuf ve süleyman” yanına çağırtıyor. Onlara cenneti göstereceklerini söyleyip, daha önce hazırlamış olduğu haşhaştan yapılmış hapları bunlara veriyor ve uyumalarını bekliyor. Uyuduklarında zaten haşhaş almış olan bünyeyle çeşitli rüyalar/kabuslar görüyorlar. Ayıldıklarında ise, varlığından haberdar olmadıkları bahçelerde, şarap, meyve, süt ve kızlar eşliğinde uyanıyorlar. Kızlarla sohbet edip, şarap içip, meyve yeyip, ilişkiye giriyorlar ve cennette olduklarına inanıyorlar. Sonrasında kızlar tekrar haşhaş verip, fedaileri Hasan’ın yanına geri gönderiyorlar. Dolayısı ile de Hasan Sabbah’ın, “elinde gerçekten cennetin anahtarı bulunan bir peygamber” olduğuna inanıp, Hasan’ın söylediklerine, kayıtsız, şartsız inanacak ve itaat edeceklerine yemin ediyorlar.

–Ağır spoiler içerir–

Alamut kitabı bu şekilde. Kitap tabi ki çok daha fazlasını, çok daha güzel betimleme ve tasvirler ile anlatıyor. 

İlginç olan Vladimir Bartol’un Slovenyalı olması ve bu kitabı 1938 yılında yazması. Muhtemelen benim başucu kitaplarımdan birisi haline geldi. Tarihi kurgu okumak ve sürükleyici olmasını istiyorsak Bartol’un Alamut kitabı kesinlikle biçilmiş kaftan. 

Alamut : Fedailerin Kalesi (Vladimir Bartol)” üzerine 3 yorum

  1. Hocam peki günümüz dincileri ile kıyaslayabilir misin sabbahı ne alaka bilmiyorum okurken aklıma dinci yobazlar geldi ondan soruom.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir