Her ne kadar bizim sektörde, bayram tatili, resmi tatil gibi dinlenmeler olmasa da, en azından 9 gün değilse de 3-4 gün tatil yapabiliyoruz. Zaten bayram işleri pek bana uymuyor. İşte valide ve peder ile bayramlaşmak yetiyor bana. Kalan günlerde de bir yere çıkmayınca ister istemez canı sıkılıyor insanın. Kitap okuma işlerine bu sıra ara verdim. Biraz yoğunlaştığım için çok ona fırsat kalmıyor. Kafamda yeni bir şeyleri kaldıracak durumda değil. Neyse ki bu tip durumlarda bir yönetmene, yazara, diziye veya bir seriye sarıp kendimi toparlayabiliyorum.
Bir ara Amin Malouf’u sarmıştım böyle. Semerkand’tan sonra başka hiç bir kitabını okumamıştım. Doğunun Limanlarını okuyunca, oturdum tüm kitaplarını okudum. Geçen bunalım dönemimde Franz Kafka için yaptım bunu. Ara ara Yüzüklerin Efendisi (hobbit), Matrix, Batman (Christopher Nolan’ın) falan izliyorum.
Bu sefer Woody Allen imdadıma yetişti. Aslında sarmaya niyetim pek yoktu. Netflix’e Midnight In Paris eklenmiş. Onu izleyince yine Paris’in o muhteşem havasına girmiş bulundum. Müzikleri de Mike Emerson yapmış. Yani Vicky Cristina Barcelona filminin müziklerini yapan kişi. Paris’te Gece Yarısı’nı izledikten sonra, sırası ile, Mavi Yasemin, Scoop, Maç Sayısı, Ay Işığındaki Sihir, Roma’ya Sevgilerle, Mantıksız Adam, Kim Kiminle Nerede, Kiralık Aşk, Melinda ve Melinda filmlerini izledim. Bir sonraki sekansta da Woody Allen 70 ve 80’ler kuşağı yaparım.
Ha bu arada hala buraları okuyorsan, izlemediysen Midnight In Paris’i izle. O sahnede yüzünde güzel bir tebessüm oluşacak.